Çok uzak diyarlarda bir köyde, herkes kendi etini kendi kestiği halde ileride burası kaza olur, vilayet olur” düşüncesiyle kasap dükkanı açan biri varmış. Köylü bu şapşala bir yandan acıyıp, bir yandan güler ancak diğer yandan da nasıl geçindiğini merak eder dururmuş. Hanımlarını tarlaya, işe koşturup kahvede pinekleyen köylünün bu monotonlukta tek derdi kasap nasıl geçiniyor? sorusunun cevabıymış..
Komşu ülkenin ajanı, sivil polis, mirasyedi, her yaz aynı besteye başka güfte yazıp paranın altında ezilen bir şarkıcı olduğunu iddia edenler bile varmış. Birlikte yetiştiği arkadaşları, lafta da kalsa çiftçilikle uğraşırken o bir delilik edip kasap dükkanı açtığı için, aynı zamanda köyün delisi olarak kabul edilirmiş.
Dükkana, kasaptan başka tek girip çıkan kişi köyün muhtarıymış. O da sadece Avcı diye hitap ettikleri bir diğer deli, köyün işsiz eski muhasebecisi geldiğinde, muhtar da kasaba uğrar, Avcı’yı tüküre tüküre karşılar, tüküre tüküre yolcu edermiş. Avcı da aynen kasap olan arkadaşı gibi “ileride burası kaza olur, vilayet olur ben muhasebeci olacağım” diye tutturmuş ve istediğini olmuş ancak açlıktan ölmek üzereyken muhtarın torpiliyle bir sarayda avcı olarak işe sokulmuş.
Kasap dükkanına tüm esnaflık hayatı boyunca sadece 3 kez müşteri gelmiş. Bunlardan 2 si aynı kişi yani avcı, o da 18 yıl arayla gelmiş imiş..
İşin aslı veya bizden çıkmış olmasın rivayetlere göre diyelim, Avcı denilen şahıs kasaba geldiği 2 seferde de birer koyun kalbi satın almış. Avcının koyun kalplerini alıp ne yaptığına milyon tane senaryo, milyon tane dedikodu uyduran köylü, hiçbir zaman durup da kasabın hiç koyunu olmadığı halde o kalpleri nereden bulduğunu düşünmemiş.
Hatta köylü bir olup hergele çobanı sırayla dayaktan geçirirken bile..