3 Ekim günü neler yaşadığımı yazacağım. Herkesin başına gelen sıradan bir günü. Evde çalışıyorum. Hatta odamda demem lazım. Odamdan çıkmaktan bile çekiniyorum. Çok gerektiğinde kısa yol, çok çok çok gerektiğinde uzun yol yaparım. Bugün, ertelemekte olduğum birkaç işi birleştirdim ve haritada olduğunda daha küçük görünen şehirde uzun bir yolculuk yaptım. İncirli’de fotoğraf makinemi teknik servise bırakıp Taksim’e geçerim dedim. Taksim’de de 2 ayrı adreste 6 aydır alamadığım alacaklarım vardı. Bostancı, İncirli, Taksim.
Bostancı – Bakırköy deniz otobüsüne yetişmek üzere, seferden 1 saat önce evden çıktım. Yol normalde 15 – 20 dakika sürerdi, erken çıkıp rahat gideyim dedim. Minibüse binmeden önce köşedeki gazete bayiinden kartıma kontör yüklemek istedim. Adam yerinde yoktu. Yolun karşısında bir grup insanla hararetle bir şey konuşuyordu. Elimle işaret edip, çabuk gel deniz otobüsüne yetişeceğim diye seslendim. O da bana el kol ile selamlar reveranslar filan yaptı. Sanırım 5-10 dakika önce trafikte bir kavga çıkmış, adamın birini fena dövmüşler, onu konuşuyorlarmış. Kontör işi bana 15 dakikaya mal oldu.
Hemen, gelen (duran) ilk minibüse atladım. İlerde metro kazısı olduğu için trafik kilit. Öylece bekledik. Trafik perisi gelip yolu açtı, hareket ettik.
Uzatmayayım, sonunda deniz otobüsüne 14 dakika kala Bostancı’ya vardım. Koşar adımlarla iskeleye ilerledim. Bilirsiniz. Bu gibi zamanlarda bütün ışıklar size kırmızı yanar, tipi kaymış bir sokak köpeği 40 yıllık kanlısı gibi karşınıza çıkıp yolunuzu keser. Oraları atlayarak yazıyorum.
İskelede çantalarımı güvenlikten geçirdim, tekrar omuzuma yüklendim, kartı basacağım sırada güvenlik memuru “Beyefendi, lodos nedeniyle seferler iptal” dedi. Bacaklarım koşmaktan nasıl yanıyordu anlatamam. Neyse, kapıda bugüne özel bir Bakırköy dolmuşu vardı. Bindim, yola çıktık.
1 saat sonra, İncirli’de teknik servise girdim. Numaratörden 124 numarayı aldım. O sırada 103 numaranın işlemi yapılıyordu. İçerisi tıklım tıklım. Çıktım, biraz telefon geyiği biraz sigara içimi 40 dakika bekledim. 122… 123… 124! Tam bankoya fişi uzattım, 123 nolu adam araya girdi. Eleman kibarca siz biraz bekleyin lütfen dedi. 10 – 15 dakika sürdü. Nihayet bankoya yanaştım, makineyi uzattım. Aaa! Sizinki telefon değilmiş. “Fotoğraf makinesi için hiç numara almanıza gerek yok. 9 nolu bankoya gidebilirsiniz” dedi. Aslında bunu duvara bir yere yazabilirlerdi. Makineyi teslim ettim, çıktım. O kadar uzun zaman geçmiş, biraz sıkışmışım. Etrafta dolandım, kafelerde, benzincide bütün WC ler arızalı.
Metrobüsle Mecidiyeköy, oradan Taksim’e.. dayanırım dedim. Mecidiyeköy’deki o aktarma yolu Çin Seddi uzunluğundaymış. Neredeyse metroya binmeden Taksim’e ulaşıyorsunuz. Zaman uzadıkça ve yürüdükçe sıkıntı da had safhaya yaklaşmıştı. Sonunda Taksim’e vardım.
Şunu yazmadan edemeyeceğim. Bir şeyi gerçekten istediğinizde ona hemen ulaşmanız bir mutluluktur. Ama sevinci de çabuk geçer. Fakat bir şeyi çok isteyip de, taa İncirli’den Taksim’e kadar bulamayıp tam umutların tükeneceği anda karşınıza çıkması daha büyük bir mutluluk. Sevinci de uzun sürüyor. Bir süre sonra, alacağım olan arkadaşla masada yemek yerken yüzümde hala o sevincin izlerini taşıyordum.
– Olm ne gülüyon ya?
– Yok bişey. Bana bak yıl başında sizinle hesabı kapıyorum. Başkasıyla çalışın. Haber vereyim dedim.
– Yaw niye?
– 1 senedir paramı vermediniz. Birine anlatsam sana madalya bana başka şey takacaklar. Bu nasıl pilav lan?
– Arap pilavı. Ne güzel dimi, değişik. Yaw sen işi yap paran bende. Sorumluluk bende. Patron ödemezse, gerekirse ben öderim.
– Aynı cümleyi geçen sene 6 kere tekrar etmiştin. Bak not aldım. 13 Ocak, 3 Mart.. Benim yoğurdu niye yiyorsun olm? Kendi kasen duruyo?!
– Sigara?
– Dur yemek bitsin.
– Çakmak var mı?
– Al. Yak geri ver..
– Olm ya niye öyle diyorsun, paran kaldı mı lan hiç? Sen hallet işi diyorum. Benim sözüm. Patronu filan boş ver. Yap abicim. Paran bende.
– Al sana not yazdım. 31 Aralık’a kadar bunu hesaba yatırırsın devam ederiz. Yok olmadı senle bi daha iş yapmam. Versene çakmağı sigaramı yakacam.
Resti çektim, zafer duygusuyla dışarı çıktım. Bundan sonrası biraz özel. 2. adresten de zafer duygusuyla ayrıldığımı söylemem yeterli. Kolay görünür ama öyle değil. Bilgisayar başında mahkum gibi çalış, yaşlan adam sana paranı ödemesin. Sana borç takan dışarda gezsin sen odanda kemik erimesi yaşa.
Bu arada gittiğim 2. adres, Manchester United taraftarlarının sarhoş olup nara attığı barın yanıydı. Mecburen herifflerin arasından 2 kez geçtim. Oradan çıktıktan sonra trafiğe kalmamak için hemen dolmuşa bindim. Ama dolmuş ben gelsem de kalksa diye beklemiyordu. Yarım saat son yolcunun gelmesini bekledik.
Dolmuşa biniş saat 17:30
Araba hareket ettiğinde içim geçti. Kafamı cama dayadım.
Rüyamda 2 kişi bir şey tartışıyordu. Onları görmüyordum. Her yer karanlıktı. Sesleri de tam duyamıyordum. Arkadan bir grup adamın hayal meyal bağırtısı işitiliyordu. Bir kahlaha sesiyle yerimden sıçradım. Yanımdaki yolcu telefonda konuşuyordu. Ona bakınca, arka planda Manchester taraftarlarını gördüm. Sahile doğru bağıra çağıra iniyorlardı. Trafik kilit, içerisi havasızdı. Tekrar uykuya daldım.
Köprünün üstüne geldiğimizde bu sefer, yanımdaki canlının “ANLAMYORUM DAHA SESLİ SÖYLE” bağırtısına sıçradım. Adam hala telefondaydı. Şarj bitiyor biplemesi geldi, telefonu kapadı. Karşıya vardık. Belediye tarafı kilitli diye, şöför stad tarafına saptı. Burada trafik polisleri yolu kapamış, millet isyan ediyordu. Yeldeğirmeni tarafında bir ambulans çıktı. Siren çala çala ilerlemeye çalışıyordu. Yolu açmadılar. Kendi imkanlarıyla bulunduğumuz yere gelmesi sanırım 10 dakikadan fazla sürdü. Muhtemelen hasta ölmüştür dedik. Bu arada baktım dolmuşta 4 kişi kalmışız. 5 kişi çoktan kaçmış.
Sonunda evime yakın bir yerde dolmuştan indim.
Dolmuştan iniş saati 19:30.
Bacaklarımı esnettim. Çevremde dönüp trafikteki araçlara baktım. Dün beklenmedik bir soğuk vardı. Bakkala gidip gelirken donmuştum. Bugün de tedbiren kazaklı çıkmıştım. Meğer lodos varmış. Beklenmedik bir sıcak yani.
Eve doğru baktım.
Birazdan yol bitecek!
Üstümdeki kazaktan kurtulup atletle oturacağım.
Bir de keyif sigarası yakarım. Dur.. hemen bir tane yakayım eve giderken trafikte can çekişen arabaları seyreder tüttürürüm…
Sigarayı ağzıma attım.
Çakmak.
Çakmak?
Demiştim ya, 1 senedir borcunu ödemeyen arkadaşa resti çektim, zafer duygusuyla yanından ayrıldım diye. Bir de kendi yoğurdunu bırakıp benim yoğurda dalmıştı. Hadi neyse de, kaşığa yapışan 1 tane pirinci de benim yoğurdun ortasına dikmişti. Ben orada ahkam keserken herif ezilip büzülüp abi yapma sen büyüksün tribi yapıyordu ya.. Ulan ayak üstü…
Evden bir daha ne zaman çıkarım emin değilim arkadaşlar.
Not: Bazı özel şeyleri yazmadım. Onun dışında aynen aktardım. Belki okuması sıkıcıdır. Bir gün canlı dinlerseniz fikriniz değişir.