Askerler Sebahattin Başgedikli derlerdi. Ben “Baba” derdim. Koca adamların arasında pek havam olurdu. Kimsenin omuzundaki pırpırı takmazdım, babam en büyük komutandı.
Öğlen Eratla birlikte şükredip yemeğe oturduk. Sonra Marangozhane’de bana gemi yaptılar. Bir ara terliğim denize düştü, asker dalıp çıkardı. Ağladım diye bana patates kızarttılar. Güvertede tek başıma yedim hepsini. Sonra bir asker türkü söyledi kamaradan. Sözleri anlamadım. Kendim başka bir şey mırıldandım. Hayatı hep ben çocuk yaşayacakmışım gibi.. Büyümeyi bilmiyordum.
Akşam üstü askerle birbirimize selam çakıp topuk vurduk. Sarıldım birkaç tanesine. Birkaç tanesi de bana sarıldı. Mut’lu Mahmut Abi vardı. Yörükmüş ne demekse. Evinden ilk defa askere gitmek için çıkmış. Çok uzun zaman, kendi son nefesine kadar bile bırakmadı bizi. Her yıl ilk portakallarını eve gönderdi çocuklar yesin diye.
Artvin’li bir askerdi bana gemi yapan. Çok yıllar sonra İstanbul’da oğlunun düğünü olduğunda O’nunla da görüşecektik.
Daha kimlerle tanışmıştım memleketin dört bir yanından, onca annenin babanın onlarca çocuğu.. Şimdi hatırlamıyorum ama akşam eve döndüğümde yüzlerce defa heyecanla anlatmışımdır evdekilere. “Babam beni Beykoz’a birliğe götürdü ya…” diye başlayıp.
Eve dönmek üzere gemiden indik. Gemi düdükleri çaldı uzun uzun. Savaş çıktı sandım. Hem de babam beni birliğe getirdiği gün! Kovboy tabancamı aradım ceplerimde. Bir parça çatapat buldum. Bir astsubay emekli olmuş meğer. Onu uğurluyorlarmış.
Yıllar sonra bir kez de babam için çalmışlardı gemiler düdüklerini. O an orada yoktum ama o ağlar gibi uğultuyu biliyordum. Deniz sevdiğinden böyle ayrılıyordu. Öğrendiğim pek az şeyden biriydi o ana dek.
Daha daha yıllar sonra, emekliliği öğrenemeden cenazesi kalkarken babamın, herkes sessizdi. Selası okunmuştu bu kez uğurlamak için.
Tam da öğrendiğim gündü bazı şeyleri.
Hep bir çocuk olarak geçmeyecekti zaman.
İçimde gemi düdükleri uğulduyordu babamı,
Korktum ölümü tanıdığım o an..