
Bir insanı kurtardığınızda dünyayı kurtarmış olacaksınız. Farklı ifadelerle ama temelde herkesin söylediği bu. Kurtarılması gereken insanın kim olduğu söylenmiyor. Bunu duyduğumuzda, hemen aklımıza bir yoksula, bir muhtaç insana yardım etmek geliyor. Adres veya isim bilgisi yok. Bir insanı kurtarmak. Dünyayı kurtarmak için tek yapmanız gereken bu. Peki neden kurtaracağız? Sanırım öncelikle anlaşılmazlık ve anlaşmazlıklardan kurtaracağız.
Kelimelerin sağa sola dağılmış olduğunu fark ettim. “İnş cnm ya. Naber? Tamam canım. Abi aynen öyle.” Meğer ne çok kelimeyi küstürmüşüz, kalanları da darmadağın etmişiz. Anlaşabilmek için ihtiyacımız olan en önemli şeyi kaybettikten sonra anlaşamamaktan şikayet etmenin ayıp olduğunu fark ettim. Harcayıp küstürdüğümüz kelimelere saygısızlıktır bu. Belki de benim anlaşılamama nedenim de budur diye yola çıktım.
Sözcüklere göz attım önce. Bakayım elimizde neler kalmış? Onların azlığını gördünce üzüldüm. Günaydın mesela. Selam veya naber diye kestirip atmış, günaydını küstürmüşüz biraz. Üzüldüm. Daha çok “günaydın” demeye başladım. Böyle olunca da sadece tanıdığım insanlara günaydın demenin yetmediğini fark ettim. Tanımadıklarıma da günaydın dedim. Şaşırdılar, deli diye düşündüler belki. Sonra alıştıklarını, onların da başkalarına günaydın demeye başladığını umud ettim. Belki de “günaydın” ın gönlünü almayı başardım.
Birkaç sözcükle başka bir deneme yaptım. Onların da hep aynı yerde kullanıldığında, bir süre sonra yok olup gideceklerini düşündüm. Bir şeyler yazmaya başladım. Kelimelerin yerlerini değiştirip durdum. Canlandılar sanki. Hatta bana bazıları dans ediyor gibi geldi. Şiir dediler okuyanlar. Sevindim. Benim tek yaptığım, herkesin bildiği kelimelerin yerini biraz değiştirmek. Yoksa ne yazar ne de şair değilim. Sıradan bir okuyucuyum. Sıradan ve kelimelerin kendi varlığından keyif alan, onlarsız bir dünya düşleyemeyen bir okuyucu. Önce kitap okudum, sonra insan. İnsan da kitap gibi. Hiçbiri boş değil. Yalnızca farklı dillerde yazılmışlar.
Kelimeleri, sadece var oldukları için bile severim. Her birinin, asla öğrenemeyeceğimiz bir doğum ve var olma hikayesi var. Bir kelimenin ne zaman doğduğunu, kaç kere ve nasıl değiştiğini gerçekten bilmeye imkanımız yok. Sadece araştırıp tahmin edebiliriz. İşte sırf bu yüzden ben, her biri çok uzun bir geçmişe ve bir ruha sahip olduğunu düşündüğüm kelimeleri başka türlü severim. Kadim mesela. Kendini anlatır. Eski diyemezsiniz. Kadim, kadimdir. Kadim olabilmek için kimbilir ne uzun yaşamıştır.
Bir insanı kurtarmak. İsim yok. Hiçbir ipucu yok. Sizleri bilmem ama ben o kişinin kendim olduğunu düşünüyorum. Kendi ruhumu kurtardığım zaman kendi dünyamı kurtarmış olacağımı biliyorum. Bunu yaparken yerdeki böceğin üstüne basmadan yürümeye özen göstereceğim, bir dostun acısını paylaşacağım, odamı derli toplu tutacağım, her sabah birine günaydın diyeceğim, yanlış olduğunu düşündüğüm bir şeyi yüksek sesle söyleyeceğim. Gerçekten yapacak çok iş var. Fakat en önemlisi, bir başkasına kelimeleri dinleyip anladığında ilgi göstereceğim. O konuştuğunda kullandığı kelimelerin önünde saygıyla eğileceğim. Bir kitabı okuduğumda dönüp onu yazan kişiyi düşüneceğim. Bir insanı sevdiğimde onu sevdiğimi söyleyeceğim.
Başlangıç için, küstürdüğümüz kelimelerin gönlünü almaya başladım. Onlarsız bir insanı kurtarabilmenin pek imkan yok.
Şimdi de bir başka kelimenin gönlünü almak istiyorum. O da çok güzel. İçinde gerçek duygu var. Umut verici ve dik duruşlu. Kendini tamamlaması için yardıma ihtiyaç duymuyor. Kolay anlaşılır. Siz de yeri geldiğinde kullanmaktan çekinmeyin, ona çok ihtiyacımız olacak. Ben onu, bu yazıyı okuduğunuz için söyleyeceğim.
Teşekkür ederim.