
Bakın bunu herkes bilmez, kısaltarak aktarmaya çalışacağım size. Benden başka bilen olduğunu da pek sanmıyorum. Bilinmeden yok olmasına gönlüm razı olmadı. Çünkü bilen varsa da herkese anlatmaz.
Mısralar, o şairin aklına öyle uzaklara dalıp bir deniz kenarında, dağ tepesinde veya çok kalabalık bir yerde gelmiyormuş. O’nun sırrı başkaymış. Sadece bir tek türküyü dinlerken yazabiliyormuş o güzel şiirlerini. Önceler bunu O da fark etmemiş.
Çocukken rahatsızlanıp bir odaya hapsolmuş, o şiirlerini herkesin bilmediği ama bilenlerin de hayran olup merak ettiği insan. Bir de kız kardeşi varmış O’nunla ilgilenen.
Bir gün öyle odada yalnız otururken radyoda birden o türkü çalmaya başlamış. Belki de kız kardeşi mırıldanmaya başlamıştır türküyü, orasından emin değilim. O an birden, kağıt ve kalem el ele tutuşup önünde belirivermişler. Belki de hep oradalardı ama O görmemiştir, belki gerçekten de öyle olmuştur. Ben sadece aktarıyorum. Birinden duymuş da olabilirim, kafamda canlandırıyor da olabilirim.
Kalem kendini şairin eline teslim etmiş, kağıt ise serilmiş önüne “Ne duruyorsun, yazsana? Türkü bitecek!” der gibi. Birden elindeki kalem, kağıdın üzerinde zarif bir dansa başlamış o türkü eşliğinde. Tanımayanların yıllarca öyle boş oturuyor sandıkları adamın içinde birikenler, kağıda dökülmeye başlamış.
Çok daha sonra, yazmaya nasıl başladın diye soranlara “O sırada ne yazdığımı ben de bilmiyorum” diye söylemiş olabilir.
O ilk gün, türkünün sonunda yazmayı bırakmış. Yine kendisini tanımayanları tarif edeceği şekilde, boş boş oturmaya devam etmiş. Birkaç gün sonra tekrar aynı türküyü duyduğunda yine kalemin ve kağıdın elinde olduğunu fark etmiş. Bir yandan kalem yine dansını yaparken O, yine yazdıklarına bakmıyormuş bile. Bu böylece bir süre devam etmiş.
Türküyle birlikte kendilerini şaire teslim eden kağıt ve kalemin, kendileri dahil bazı şeylerle birlikte hatıra sandığına gömüldüklerinde, arkalarında yüzlerce şiir kalmış.
Ancak hikayenin orta yerinde çok özel biri var. O yazdıkça kız kardeşi, şiirlerini anlayanlarla paylaşmış. Bazıları yayınlanmış, bir de kitap basılmış. Anlayan ve merak edenler O’nu evinde ziyaret etmeye başlamış. Bir makalede hakkında “Genç yaşta kaybettiğimiz, şiirlerinde genellikle ölümü işleyen yetenekli güzel insan” diye bahsedilmiş. Evinde şarkılar söylenmiş, şiirden konuşulmuş. Hatıralar birikmiş. Hiç unutulmayacak ve çok az sayıda insanla paylaşılmaya değer görülecek hatıralar bunlar.
Şairin 29 yıllık yaşamından geriye sadece şiirleri kalmamış. Her şeyi sessizce kabullenmiş görünen, bu sessizliğinde sakladığı derin dünyayı kardeşi vasıtasıyla “anlayanlara” aktaran adamın hikayesi bir acıklı öykü değil. Ardında gülümseme ve sevgi bırakan diğer hikayelerde olduğu gibi bir gerçek yaşam.
Hani bazen, birisine destek olmak istersiniz. Ancak bir süre sonra bir bakarsınız ki aslında o size destek oluyor. O tür insanlar var az da olsa. “Üzülme, yanında olacağım” dersiniz. Bakarsınız üzgün olsa bile, yılların verdiği dayanma tecrübesiyle yanınızda dimdik durmuş, sizin onunki kadar büyük olmayan dertlerinizle ilgileniyor.
O güzel insanın yazdıklarını okuduktan sonra ve eğer biraz da şanslıysanız, yoldaşı kardeşini tanıdıysanız, arkasında bıraktığı en büyük eserin bir insan yüreği olduğunu görürsünüz.
Bu da öyle bir şey işte. Anlatımda çok kusur ettim. Acemi birinin yazdıklarından çok daha derin bir yaşam olduğunu bilmelisiniz.
Yazmadan edemedim.
Bu arada siz şimdi o türkü hangisiydi diye düşüneceksiniz. Ne fark eder ki?