
Ortaköy Kasabası, iki güzel köyün, Sırçaköy ve Fırçaköy’ün ortasında yer almaktadır. Genç adam, öğretmen olarak atandığı Ortaköy’de, okumanın değerini bilenler tarafından sevinçle karşılanır. Kasabanın bando, mızıkası ve insanların güler yüzleri ile karşılanır. Her iki köyden getirilen, gönülden ve mütevazi hediyeler verildiğinde, genç öğretmen mahcup olur. Hediye deyince rüşvet algılanmasın. Köylüler, çocuklarına okuma, yazma öğretecek bu insana, camıyla ünlü Sırçaköyden el yapımı, nakışla bezenmiş ince belli bir çay bardağı, elbise fırçasıyla ünlü Fırçaköy’den ise, çamurlu yollarda paçaları kirlenecek olan öğretmenin çok işine yarayacak, yine el yapımı, nakışla bezeli bir elbise fırçası ikram ederler.
Öğretmen, bu içi dışı bir temiz insanları sever. Onları tanımak ister. Fırçaköy’ün fırçasıyla paçalarını temizlerken, Sırçaköy’ün ince bellisinden çayını yudumlar. Bu mutlu köylüleri tanımaya başlar.
İki köyün insanları, el yapımı ürünlerini satmak için ara sıra Ortaköy’e gelir. Hem ticaret yapar hem de yarenlik ederler. Öyle dost iki köydür ki birbirlerine ihtiyaçlarını verdiklerinde aralarında para bile alıp vermezler. Konuşarak anlaşırlar. Aralarında o güne dek bir sorun olmamıştır.
Öğretmen, bir süre bu barış dolu insanların çocuklarına öğretmenlik yapar. Onlara bir şey öğretmekten ziyade, kendinin de bir çok şeyi bilmediğini ve asıl öğrenilmesi gerekenin “öğrenmeyi öğrenmek” olduğunu anlatır. Öyle ya, zaman hızla akıp giderken, insan her an bilmediği bir şeyle karşılaşmaktadır. Neyi nasıl öğreneceğini bilirsen bu hızlı değişimden azami faydalanabilirsin. Ayrıca Ortaköy’de ne kadar daha öğretmenlik yapabileceğinden de emin değildir.
Şakayı çok seven devlet (hükümet), bir süre sonra Öğretmen’i önce Singapur’a, sonra yine sehven Senegal’e, en nihayet doğru bir iş yapıp ülkenin bir başka köyüne tayin eder. Ancak Öğretmen, Sırçaköy ile Fırçaköy’ü hiç unutmaz. Tüm ülkeyi dolaşır. Yıllar sonra, nihayet emekli olduğunda, Sırçaköy ve Fırçaköylülerle yeniden bir araya gelmek umuduyla Ortaköy’e geri döner.
Her yerde olduğu gibi burada da zaman geçmiş ve yaşanmışlıklar birikmiştir. Ancak bu birikim sevgi yerine öfke ile doludur. Ortaköy’ün de dahil olduğu bölgeye, uzun yıllar önce bir vali atanmış, yöre halkının her yeni gelene yaptığı gibi sıcaklıkla karşılanmıştır. Ancak, kasabaya her gelenin fıtratının aynı olması beklenemez elbette. Vali de bu karşılanmadan kendisine kişisel pay çıkarır. Çok özel biri olduğunu düşünüp, hizmet etmeye geldiği halkı, sanki onlar Vali’ye hizmet edecekmiş gibi algılar. Kendini aslan parçası hisseden Vali, “Aslan yattığı yerden belli olur!” diyerek, bölgesini “geliştirmeye” karar verir. Yeni Ortaköy Projesi’ni hayata geçirmek üzere, önce tüm yolları duble asfaltla kaplatır. Vali’nin hayata nasıl geçirdiğini herkes izler, anladıklarını sanırlar ancak henüz erkendir.
Yöre, yollar sayesinde pis çamurdan kurtulur. Sırçaköy’e bir cam fabrikası açılır. Eskiden kendi atölyelerinde, kendi mallarını üreten ustalar, fabrika karşısında dayanamaz ve atölyelerini kapatmak zorunda kalırlar. Maaş, mesai, sosyal güvence eşitliğinde cam fabrikasında işe başlarlar. Sırçaköy Cam Fabrikası’nda artık herkes eşittir. Sırçaköy normale dönmüştür.
Fırçaköy. Artık yollar çamurlu olmadığından elbise fırçası satışları düşer. İşleri bozulduğu için sıkıntı çeken Fırçaköy halkı da Vali’den çözüm beklemektedir. Vali önce, Fırçaköylülere cam fabrikasında iş verir. Köylü, ekmek parası kazanacağı için sevinçlidir. Fırçaköylüler her gün servisle fabrikaya gidip gelirler.
Fırçaköylü fabrika işçileri yolun uzunluğundan ötürü, zamanlar Sırçaköy’e taşınmak zorunda kalırlar. Oluşan yeni mahalle, Fırça Mahallesi adıyla anılmaya başlar. Tatil günlerinde köylerine gidip özlem giderirler. Sırçaköy’e döndüklerinde yeni komşularına köylerinden ikramlar getirirler.
Sırçaköy kalabalıklaşırken, Fırçaköy ıssız kalmıştır. Sırçaköy’de işler iyi giderken, Fırçaköyün durumu, Vali’nin Yeni Ortaköy Projesi’ne hiç uymayan bir manzara sergilemektedir. Bazı ölümlüler, sahip olduklarıyla yetinmez ve daha derine göz diker. Vali de bunlardan biri olarak, Fırçaköy’ün üstünde kendine hayır görmeyince, köyün altını merak eder. Zaten bir anlamda, köyün altını çoktan oymuştur. Fırçaköy’ün yer altı zenginliklerini gün ışığına kavuşturacaktır. Önce köydeki araziyi satın alması, daha sonra madene işçi bulması gerekmektedir.
Vali, köylünün paraya çok ihtiyacı olmadığını bilmektedir. Var olanı almak için Ortaköy’e bir alışveriş merkezi açar. Bu ışıltılı güzellik, her insanda olduğu gibi köylülerde merak uyandırır. Önce peşin, sonra taksitle ilk kez gördükleri bir sürü ıvır zıvır satın alırlar. İhtiyaç kavramını çok iyi bilen köylüler artık ihtiyaç dışında keyif ve merak için alışveriş yapmayı öğrenirler. Bir süre sonra paraları biter. Taksitleri ödemek için tarlalarını, arsalarını satmak zorunda kalırlar. Alıcı bellidir. Vali.
Neye bulaştığını anlamayan Sırçaköylüler ile Fırçaköylüler, daha çok çalışmak zorundadırlar. Halkın zaten içinde yaşadığı ekonomik sıkıntıdan Vali ve fabrikanın, dolayısıyla ücretlerin etkilenmesinden kimse şüphe duymaz. Fiyatlar yükselmiş ancak ücretler düşmüştür. Halk arasında yorgunluk ve buna bağlı asabiyet hazırdır.
Sonraki adım başlar.
Sırçaköylülere;
“Şu Fırçaköylüler buraya gelmeseydi, para sıkıntımız olmazdı. Fiyatlar artmazdı. Zaten gelenekleri de bizden farklı. Bizden değiller onlar. Bir an önce köylerine dönmeleri iyi olur.”
Fırçaköylülere;
“Bizim Fırçaköy’ün anası ağlamışken bu Sırçaköylüler sırça köşklerinde yaşıyorlar. Tuzları kuru. Biz gurbette sürünelim bir de bizi beğenmesinler. Onların yaşamları da bizden farklı. Hepsi şımarık.”
Şimdi yaşı ileri olanların bunlara kanması kolay olmasa da gençlerin eski günlerden haberi olmadığı için bu zehri yutmaları çok kolay olur. İnce belli nakışlı çay bardağı ve nakışlı tahta elbise fırçasının zamanı dolmuş, artık Vali’nin nakış gibi işlediği nifak çevrede dolaşır olmuştur. Köylüler ezelden beri yaşadıkları köylerin isimlerini de geçmişteki güzel günleri de unutuverirler.
Sırçaköy ismi cam işçiliğinden değil sırça köşkte oturmaktan, Fırçaköy ismi ise elbise fırçasından değil sürekli fırça atılmaktan geliyor olmuştur. Arada, gerçeği görenleri susturmanın da kolay yolları vardır.
“Sen anlamazsın. O’nu dinleme zaten kafayı yemiş. Ben bunun cevabını bilmiyorum, aciz bir insanım ama hocalarımız hepsinin cevabını bilir. Olmaz öyle şey.”
Olana bitene itiraz edenler alay, aşağılama gibi davranışlarla toplum dışına itilirler. Bazıları konuşmaya devam ederek deli sıfatına erişirken, bazıları ise bu baskıya dayanamayıp susmayı tercih ederler.
Daha uzun anlatmaya gerek yok. İzler birbirine karışır, Vali iki köyün arasına “ayrılık” fikrini sokmayı başarır.
Fırçaköylüler kazandıklarını düşündükleri zaferin sarhoşluğuyla, sattıkları topraklara geri dönerler. Bu kez eski köylerinde madende çalışmaya başlarlar. Sırçaköylülerle Fırçaköylüler şimdi kendi köylerinde yaşayan, ancak eskisi gibi dost değil birbirine öfke duyan komşulardır artık.
…
Öğretmen, Ortaköy’de bir kahvede oturmuş, kendisini ziyarete gelecek Sırçaköy ve Fırçaköylü dostlarını beklemektedir. Fabrika çıkış saatinden biraz sonra iki köyün artık düşman halkı çıkagelir. Emekli öğretmen ortada, iki düşman köy halkı kahvehanenin iki farklı yanda otururlar bir süre.
Öğretmen, yorgunlukla söze başlar:
– Sizinle fazla uzun konuşmayacağım. Aranızda, “öğrenmeyi öğrettiğimi düşündüğüm” insanlar var. Sizi bıraktığımda, iki dost halktınız. Ancak, “gelişim”, “yeni” sıfatları ardına gizlenmiş bir tuzağın kurbanı olduğunuzu görüyorum. Demek ki sizlere “yeni” fikirler sunulmuş. Demek ki sizler bu “yeni” fikirleri yeterince tartışmadan kabullenmişsiniz. Yenilik her zaman gelişim anlamına gelmez. Ve gelişim, toplum genelinin çıkarlarına hitap etmiyorsa ilerleme değil köleliğin ta kendisidir.
Şimdi birbirinizin düşman köyler olduğunuzu düşünüyorsunuz. Bu fikir sizde daha önce yoktu. Hep birlikte dostça yaşayıp gidiyordunuz. Belli ki bu “düşmanlık” fikri sizlere sunulduğunda gerektiği gibi sorgulamadan kabullendiniz. Biz daha önce dostça nasıl yaşadık demediniz!
Sevgili dostlarım. Size son sözüm şudur, lütfen iyice düşününüz. Tartışmaya kapalı düşünce, ardında muhakkak bir kusur gizlemektedir. Her fikrin bir eksikliği olabilir ve bu ancak tartışarak giderilebilir. Sizler, bir noktadan sonra sahip olduğunuz sabit fikirle yetinmişsiniz. Ha, bir de sanırım farklılıkları yok etmek diye bir kavram çıkmış. Her insan farklıdır. Farklılıklar zenginliktir. Farklılığı yok etmek söylemi insanı yok etmek demektir. Mesela, siyah doğan bir insanın beyazdan farklılığını nasıl yok edeceksiniz? Mesela, bir başka ülkede doğan, bir başka dine inanan bir insanın farklılık olarak tanımladığınız bu özelliğini nasıl “yok” edeceksiniz? Kendinizi bir ara normal ve eşit olarak hissettiğinizi biliyorum. Peki o ana dek, hiç tartışma yok iken neydiniz?
Şimdi birbirinize duyduğunuz düşmanlığı tartışabilirsiniz.
Kalın sağlıcakla.