Dev Bir Ormanda Kayboldum

Bugün dev bir ormanda kayboldum. Anlatacaklarıma neden olan şey, evimle bakkalımı içine alan “çemberin dışına çıkmamdır”. Nereden geldiğini bilmediğim ancak dev bir ormana doğru akan görünmez bir akıntıya kapıldım. Coşku dolu minik çığlıklar bir anda kafamı doldurdu. Neticede, bugün dev bir ormanda kayboldum.
Hayalleri çalan bir hırsız var. Onun işlerini sinsice hallettiği yerin hemen yanında, tapu kayıtlarına göre yaklaşık 20-25 metrekare bir bahçe var. Belki daha fazladır. O hesap nasıl yapılır bilmiyorum. Bildiğim şey, insan adımıyla 20 karınca adımıyla 50.000 x 6 ayak = 300.000 adım bir yer burası. Hesabı kafadan attım, sağlamasıyla uğraşmayın.
Gölgemden anladığım kadarıyla, karıncadan büyük, insandan ise çok küçük bir boyda olmalıydım. Normalde orta boy bir insandım ama bir karıncadan daha büyük olduğumu hiç düşünmemiştim zaten. Yine o söz geldi aklıma, “İt kağnı gölgesinde yürür, kendi gölgem sanırmış.” Gölgeler aldatıcıdır. Ne olduğunu gölgene göre ölçmemek gerekir.
– Doğruşmfhp.. düşünüyorsunşfmph..
– Efendim?
– Gölgelerşmfp hakkında doğruşmfp.. düşünüyorsunmpf..
– O çiçeğin polenlerini tıkınmaya ara verirsen söylediklerini daha net anlayabilirim!
– Afedersin.. Çok açım.. Gölgeler hakkında düşündüğün şey doğru o söz de pek güzel bence.
– Gölgeler hakkında ne biliyorsun?
– Hmrfpş. Gölge varsa ışık da var demektir. Gölgesiz bir aydınlık arıyorsan eğer, ışığa yürümen değil bizzat ışık olman gerek. Hadi yoluna git, gene acıktım. Hrmpşpf…
– Sen o pis boğaza aldırma. Yoluna devam et. Burası biraz kalabalıktır. Herkesin sözünü dinlersen “karanlıkta” bulursun kendini. Akşam çökmeden yürümen geçmen gereken koca bir orman var. Şu taraftaki ceviz ağacına doğru git. Yakında acıkırsın. O tarafa git minik insan!
– Ama burada başka ağaçlar da olmalı? (Sesin “kim”den geldiğini göremiyordum. Muhtemelen yanında durduğum sarı çiçeğin içinden geliyordu)
– Ceviz sonbahardan kalma. Hiç sanmam ya, karıncaların gözünden kaçmışsa bir parça bulur karnını doyurursun. Erik, vişne daha doğmadı. Aklın nerede senin?
Ama manavda bunların hepsi var diye aklımdan geçirdim. Burada zaman bizimkinden farklı işliyor olmalı. Daha doğmamış meyveleri manavda satıyor olamazlar! Meyvelere sezeryan mı yapıyorlar?
Biraz ilerde, bir çalı topluluğunun altında, yaşlı bir salyangozun uyumakta olduğunu sandığım yere vardım. Dinlenmek için yanına oturduğumda, kırık ve terk edilmiş kabuğuna bakarak “keşke şimdi burada olsaydı” diye düşündüm. Çalıların altı bir tahta kulubeyi andırıyordu. Etrafı snif snif diye koklayarak bir kedi geçti. Beni arıyor olabilirdi. Hemen kendimi çamura buladım ve dalların arasından kediye baktım. Evet! Bizim siyah beyaz kız bu! Yiyecek arıyor. O anda ortaya çıkan sarı renkli at hırsızı tipli bir erkek kedi bizimkini kovalamaya başladığında canımı kurtardığıma hükmettim.
Orman çok kalabalık ve herkes çok meşguldü. Karıncalar, sinekler, salyangozlar, arılar, ne olduğunu bilmediğim bin türlü böcek oradan oraya koşturuyordu. Bir delilik, bir telaş almış başını gidiyordu. Bir kısmı ot, çiçek peşinde bir kısmı da ot, çiçek peşindekilerin peşinde. Ben ise yalnızca kaybolmuştum. Uyuyakaldım.
Rüyamda biri varmış. Arkadaşlarıyla, dili bizden farklı, insanları bizler gibi bir ülkeye gezmeye gidiyorlarmış. Ben de son anda bir gemiye binip peşlerine düşmüşüm. Gittiğimiz yerde ayağımdaki sandaletlerden sol teki parçalanmış, yere oturmuşum. Peşinden gittiklerim de kaybolmuş böylece. Bir başıma dili bizden farklı ama kendileri bize benzer insanların oturup sohbet ettiği bir parkta bulmuşum kendimi akşam üstü. Hasta olduğumu hissetmişim. Yalnız ve kaybolmuşum hiçbir şeyin bana ait ve benim hiçbir şeye ait olmadığım bir başka ülkedeymişim.
Ballıbaba korusunu geçmem biraz zaman aldı. Ballıbabalar beni itip duruyordu. Bilmeden, yani eski kocaman halimdeyken istemeden birkaç arkadaşlarını ezmiştim galiba. Şanslıydım çünkü örümcekler henüz ortada yoktu. Çiçeklerden birinin tepesinde çalışan bir karınca bana çıkış yolunu tarif etmese oradan kurtulamazdım muhtemelen. Tarif dediğime bakmayın. Kendini işine vermiş, beni yanıtlamak zahmetine bile girmemişti. Bin kere gidip geldiği izden yolumu kendim buldum.
Bir sürü çukur ve kocaman ayrık otlarından sonra, eski zamanlarda kesilmiş bir ağacın köküne vardım. Üzeri yosunlarla kaplanmış, büyülü bir yerdi. Kendimi evimde hissettim. Çok sefer yanından geçtiğim bu muhteşem manzarayı ancak minik insan olunca fark etmiştim. Burada ağaçtan düşen cevizlerden korunmak için bir oyuk da vardı. Su, otların üstünde kocaman damlalardı. Ağacın kökü bir evdi. Karıncalar ne yiyorsa ben de yiyebilirdim nasılsa. Ormanda krala da rastlamamıştım. Demek ki öyle biri de yoktu. Tanıştıklarımdan hiçbiri krala benzemiyordu. İnsan böyle bir yerde rahatça yaşayabilir diye düşündüm.
İnsan tek başına olsa bu düşünce gerçekleşebilirdi diye düşündüm.
Her insan bu boyda olsa ve ne olduklarını gölgeleriyle ölçüp biçmeseler diye düşündüm..
Çok fazla düşündüğümü düşündüm ve toparlandım. Eminim birazdan biri, belki de o hırsız bahçeye girecek ve çaldığı hayalleri gömmek için acele adımlarla bir sürü canlıyı ezecek dedim. Ezilenlerden biri de ben olurdum mutlaka.
Birden boyum eski haline geldi. Ancak gölgem hala küçücüktü. Gizli yerimi ardımda bırakıp, geldiğim yolu geri yürüdüm. Ancak hiçbir şeye zarar vermedim. Minik gölgemi izliyordum o sırada.
Az sonra gölgesi benim gölgemden büyük ancak boyları benimle aynı olan insanların arasına, çemberin içine geri dönmüştüm. Herkesin sözünü dinlemediğim için karanlığa yakalanmamıştım.
Bir koltuğa serilmiş, tahtında oturan bir kral rahatlığıyla beni izleyen hırsızın yanından geçtim. Gölgesi upuzundu. Mesleğim hayal kurmaktı. Onunki de hayalleri çalmak. O dev ormanı yıkıp yerine beton hapishaneler dikecekti. Hırsızı kral yaparsan en kral meslek hırsızlık olur dedim kendi kendime. Pis pis baktı bana. Ben ürettikçe o çalmaya çalışacaktı. Ama ben çemberin dışından geliyordum.
Gölgem daha az yeri kaplıyordu artık.