
Baba oğul, ev dedikleri yerin arka bahçesinde, yapanların adını sınır koydukları bahçe duvarının üstünde oturuyorlardı. Onların sınıra ihtiyacı yoktu. Ancak yine de bu yaşlı duvarın sıcak havada gölgesini ve yandaki ceviz ağacına tırmanırken işlerini kolaylaştırmasını seviyorlardı. Sınırı Tanrı koymamıştı. Onları ise Tanrı yaratmıştı. Çok sevdikleri ceviz ağacını da.
Kuşaklardır yaşadıkları bu yerden ayrılmak zorundalardı artık. Hep burada, bir çok doğum ve bir çok da ölüm yaşamıştı aile. Önlerinde yakında ayrılmak zorunda oldukları yaşamları arkalarında ise ertesi gün binayı yıkmak üzere bekleyen iş makineleri duruyordu.
“Evet evlat. Tam 40 yıl önce taşınmışız buraya. Büyük büyük dedemizle büyük büyük ninemiz burada tanışmış, aşık olmuş ve yerleşmişler. Senin doğduğun günü hatırlıyorum. Annen bu kadar çocuğa nasıl bakacağız, önümüz kış demişti. Boş ver demiştim O’na. “Biz doğduğumuzda da büyüklerimiz böyle mi dedi ki? Merak etme. Ben hepinize bakarım. Bir gün yaşlanıp göçeceğiz, onlar kalacak. Şimdi bakma sırası bizde. Sen çocuklarla ilgilen ben yiyecek bir şeyler ayarlayayım akşama. Geçmiş olsun karıcığım.”
Bir çocuğun olması çok büyük bir an evlat. İşte o yüzden, o muhteşem anı yaşadığın yerden ayrılmak zor geliyor. Her ne kadar aynı yerde kaybettiklerimiz olsa da, yaşadığımız sevinçler karşılaştığımız acılardan her zaman daha kıymetlidir. Sen de hayatın boyunca, her ne kadar üzüntülerden daha az bulunsa da sevinçlerine sahip çık. Onları hatırla. Bak, yarın buradan gitmek zorundayız. Bizim gibi bir çok aile var. Belki bir daha bir araya gelemeyecek ve dağılacaklar. Onları bilmem ama biz sevinçlerimizi hatırladığımız için, sevinçlerimiz bizi bir haarada tutacak. Acı sadece ayrılıklarda olur. Bu günler geçecek ve biz bu günü hatırlayacağız. Seninle duvarın üstünde yaptığımız bu güzel sohbet, evimizden ayrılmanın hüznünü yenecek evlat.
İnsanlar, bunu hep yapıyor. Bir gün bize de sıra geleceği kesindi. Elindekiyle yetinmemek gibi bir dertleri var onların. İşin acı tarafı, her bir insan dünyanın yalnızca kendi etrafında döndüğünü düşünüyor. Diğer herşey hayal ve sadece kendileri gerçekmiş gibi. Düşünebiliyor musun.. Hepsi böyle düşünüyor. 9 numaranın masasında bir kitapta okumuştum. Toplum psikolojisi filan anlatıyordu. Herkes bir başına “tek özel” ise toplum nasıl bir şey? Karmaşık bir durum yani. Baksana, bir arada yaşayabilmek için kurallar koyup bozuyorlar. Çünkü her kural koyan geldiğinde, tek özel benim, dünya benim için yaratılmış bir oyun sahnesi, kuralları da ben koyarım diyor. Oysa bize bak. Sadece canımızı kurtarmak için savaşırız biz. İnsanlar gibi değiliz. Onlara doğanın kurallarıyla yaşamak saçma geliyor ama onların da her bir nesli bir gün tek kuralın o olduğunu anlıyor.
40 yıl önce de doğanın kuralları vardı. Belki bu ev ona göre yapılsaydı yıkılmak zorunda kalmayacaktı. Tabi işin içinde insanların para dediği şey de var. Para için de yıkıyorlar evleri. Hani geçen akşam yemekte yedik ya. 4 numarada ondan çok var. Hoşuna gittiyse bu akşam yine getireyim bol bol yeriz. Benim anlamadığım şey hem yemiyorlar hem de çok seviyorlar o kağıt parçasını?
Keşke bu işleri yaparken bizi de biraz düşünselerdi. Bizler de yaşam çemberinin önemli bir parçasıyız ama bizden iğreniyorlar. Onu da anlamıyorum. Tuvalet dedikleri şeyde geziyoruz ama o onların eseri, bir parçaları yani. İnsanlar kendi eserlerinden de tiksiniyorlar. Ne acayip canlılar değil mi? Anlamaya çalışma, insanlardan uzak dur. Aralarında akıllı olanları da öyle yapıyor.
Hadi bu kadar sohbet yeter. Gidip dinlenelim. Erkenden yola çıkmazsak bizi öldürürler. Hem başka binalar da var yıkılan. Bir sürü fare yine açıkta kalacağız. İnsanlarla yaşamak çok zor.”