
“Her insan, hayatında en az bir kez kahraman olur.
Önemli olan, geri kalan zamanında o ana takılmadan yaşamak.
Hayat boyu kahraman olduğun düşüncesiyle yaşamaya çalışırsan,
bir gün seni de kurtaracak bir kahraman gerekir.”
Üç saatlik yolculuğun sonunda trenden indim.
İnsanlar uzaklaştı. Camı kırık Citizen saatime baktım. Sünnet hediyesi. Onbiri çeyrek geçiyordu. Yeni bir tane almanın zamanı çoktan gelmişti. Ama o ilk sahip olduğumdu. Kolunu biraz sallayınca düzgün çalışıyordu ayrıca. İçindeki mavi rengi seviyordum.
Alt geçitten karşı yöne geçtim. İstasyonda ben ve seyyar köfteciden başkası yoktu. Arabanın yanından geçerken köfteci ateşi yakmış, cama dayanmış domatesleri üst üste dizmeye çalışıyordu. Yanından geçerken mangalın kokusunu içime çektim.
İstasyonda üç tane bank vardı. İkisini geçip sonuncuya oturdum.
Köfteci bu sırada yeşil biberlerin tasarımıyla uğraşmaya başladı. Ortaya çıkan şekli beğenmeyip telaşla yeni tasarıma girişiyordu. Bu işin de bir inceliği olmalıydı. Gel sen diz dese dizemezdim herhalde. Domates, maydonoz, soğan ve biberlerin iştah açıcı bir dizilimi olmalıydı. Yanlış dizdin mi işler kesat giderdi. Doğruyu bulmak için dakikalarca uğraştı adam.
Saatime baktım. Geleli henüz on dakika olmuştu. Gözümü kapadım. Cebimdeki parayı hesapladım. Yanımda getirdiğim poşetten kitabımı çıkardım. Arka kapağında şair / yazarla ilgili çok kısa bir özgeçmiş vardı. 37 yaşında ölmeden önce modern şiiri kurmayı başarmış her nasılsa. Yüzyılın başında yaşamış.
İç kapakta, şair / yazar hakkında biraz daha bilgi vardı. Bir şey hissetmedim. Önüme bir güvercin kondu. Kafasını yan çevirip bana baktı. Yeri gagaladı. Uçup gitti. Bir şey görmüş olmalı. Yiyecek mi değil mi kontrole gelmiş. Güvercin gidince tekrar kitaba döndüm. İlk iki sayfayı okudum. Sıkıldım. İncecik kitap gözümde büyüdü. Ödev olmasa hiç almazdım. Günde yarım sayfa okursam okul başlamadan biter diye düşündüm.
Köfteciye baktım. Bir elini beline koymuş, uzak bir yere doğru bakıyordu. Öğlen güneşi tepedeydi. Serbest eliyle cebinden bir mendil çıkarıp alnını sildi. Mendili katlayıp cebşne geri koydu.
Bir tren hiç durmadan hızla geçip gitti. Köfteci dönüp bakmadı bile. Ben baktım. Trene çok binemiyordum. Çok önemli bir işim olacak, ancak o zaman.. belki. Tren bir kültür meselesi. Bazı insanlar için ilk akla gelen taşıt, benim gibi tren yolundan uzakta oturanlar için ilk unutulacak taşıt. Benim gibiler için taşıt, diğerleri için .. Nerden bileyim?
Elimdeki kitaba bakarken köftecinin ilk müşterileri geldi. Izgaraya atılan köftenin cızırtısının bile kokusu vardı sanki. Kitabı torbama koydum. Sabah aceleyle çıkarken yaptığım ekmeği aldım. Bu sıskalığımın tüm suçlusu bu ekmekler dedim içimden. Ben pek ekmek arası yapmayı beceremem. Hala da öyle. İçine minicik bir peynir koyarım, bir şeye benzemez. Peynir olmadığından değil. Hep bir başkası benim için ekmek arası yapsın isterim.
Ekmeğimi yedim. Sıcak ve yemek yüzünden biraz uyku bastırdı. Öyle sağda solda dışarda uzanmayı da beceremem. Aslına bakarsanız en iyi yaptığım iş kitap okumaktır. Uzanmadım. Onun yerine oturur şekilde gözlerimi kapadım. Hiç ses yok gibiydi. Tek tük çıtırtı, hafif bir uğultu.
Yaklaşan trenin düdüğüyle irkildim. Birkaç kişi koşarak trene bindi. İnen olmadı. Tren gittiğinde istasyonda yine ben ve köfteciden başka kimse kalmadı.
Köfte kokusu geldi. Köfteci kendisi için bir tane atmış diye düşündüm.
Gözlerimi kapadım. Cebimdeki parayı hesap ettim. Evden çok uzaktaydım. Allahtan karnımı doyurmuştum. Mataramı çıkarıp biraz su içtim.
Bir tren bu sefer diğer yöne geçti.
Saatime baktım. İkiye geliyordu. Etrafa göz geçirdim. Raylar, ağaçlar.. köfteci.. Gidip inceleyecek, vakit geçirecek hiçbir şey!
Ayağa kalktım. Köftecinin olduğu yöne doğru tam birkaç adım atmıştım ki yine müşterisi geldi. Banka, yerime dönüp oturdum. Yeni köfteler ızgaraya atıldı. Kokusu geldi. Onlara sırtımı dönüp geldiğim yönü izlemeye başladım.
Biraz daha zaman geçti. Ayağa kalktım. Oyalana oyalana köfte arabasına doğru ilerledim. Ara sıra geçidi kullanan insanlar oluyordu.
– Hayırlı işler.
– Eyvallah.
– Yarım ekmek köfte ne kadar?
– Yarım on. Çeyrek beş.
Gözlerimi bu kez kapamayıp, yere dikip cebimdeki parayı hesapladım.
– Bana bi çeyrek yapsana usta.
Cevap vermedi. Izgaraya üç tane küçük köfte attı. Bir çeyrek ekmeği alıp;
– Soğan, domates?
– Domates olmasın. Dur dur! Soğan şöyle minnacık koy. Kokmasın..
..
Köfte ekmeği bir kağıda sardı.
– Tuz?
– Evet.
ekmeğimden bir ısırık aldım.
– Hmm güzelmiş valla. Nerelisin sen usta?
– Buralıyım.
– İzmitli mi?
– Tütünçiftlik!
– Adın ne?
– …
– Adını söyle de Tütünçiftlik istasyonda bir köfte yedim çok güzeldi. Usta’nın adı da şuydu diyeyim.
Söylediğim anlamsız mazerete inanmayarak ve istemeyerek;
– Celal.
– Memnun oldu Köfteci Celal Usta. Benim adım Deniz.
Ekmek çabucak bitti. O sırada başka müşteri geldi ve ilgi odağı olmaktan çıktım. Zaten odak filan değildim. Kağıdı buruşturdum. Banka doğru ilerledim. Kağıdı çöpe attım. Yaşlı bir kadın yerime oturmuştu. Diğer banklar da dolmuştu.
Saatime baktım. Beşe geliyordu. İstasyona insanlar geldi. On onbeş kişi kadar olduk. Onlardan uzak bir köşeye yürüdüm. Kenarda, hepsinden geride ayakta durup etrafı izlemeye başladım. Bavul taşıyan vardı. Yaşlı, genç vardı. Kadın ve erkekler. Uğultulu şekilde aralarında konuşuyorlardı.
On dakika geçti. Onbeş. Onaltı. Durmadan saatime bakıyordum. Hala onaltı! Bu kez erken bakmışım.
Artık saatime bakmayacağım. Sadece bekleyeceğim.
Trenin sesi duyuldu. İstasyona girdi. Yavaşladı. İnsanlar binmek için hazırlandı. Tren durdu. Kapılar açıldı. İçinden az sayıda insan inerken binenlerle mücadele veriyordu.
Hiç hareket etmeyecek gibi beklerken birden öne atıldım.
Trene binmeye çalışan kalabalığın arasında çantasından yakaladım. İrkilerek bana baktı. Şaşkın yüzüne aldırmadan yakaladığım gibi birlikte vagona bindik. Çantasını kapı kenarında köşeye bıraktım.
Kapıya yaslandı.
Gülümseyerek bana baktı.
– Sen? Buraya nasıl geldin? Beni nasıl buldun?
Öğleden sonra güneşi camdan süzülüp saçlarını aydınlatırken, heyecandan zor nefes alıyordum.
– Asıl, seni nasıl bekledim..
Not: İnsanın kendini kahraman hissettiği zamanlar vardır. Ben o an bir kahramandım. Ve uzun yıllar bir kahraman olarak yaşadım. Hala bazen kendimi bir kahraman hissederim.
Hayatın sevilmeyen gerçekleriyle karşılaştığınızda bir kahraman olmadığınızı fark edersiniz. Aşamayacağınız engeller vardır.. ya da daha önce umursamadığınız.
Gerçekten, o gün o ana dek benim için çok zor ve çok can sıkıcı bir yolculuk olmuştu. Neyse ki kendimi avutacak bir şey bulma konusunda ustayımdır. Güneşin süzülüp, o saçlarını öyle aydınlatacağını hiç düşünmemiştim..
27 yıl geçmiş..