
Daha önce değindiğimden emin değilim. Belki değindiğim tüm ne varsa ana fikri budur. Hislerim, mantığımla kol koladır. O yüzden bir konuda pek yanıldığımı hatırlamıyorum. Yanılmama nedenim korkak olmamdan da kaynaklanabilir, topluma içine çıkıp konulara girmemekten de. Ya da ikisi de değil. Sonuçta, haklı çıkıyor olmamı anlatacak değilim. İnsan içine neden fazla çıkmadığımın öyküsüdür bu.
Sanırım korkak değilim. Onu şöyle anlatayım. Bundan yaklaşık 25 yıl önce beni iyi bir dövdüler. Yaşadığım en güzel anlardan biri değildi ama en değerli anılarımdan biridir. Basit bir trafik kavgası linçe dönüşürken ben yediğim yumruktan değil erdiğim bilinçten yükseliyordum. İşim gereği aletli, eğitimim gereği aletsiz olarak kendimi savunacak kapasitedeydim. Ama şöyle oldu:
O sıralar bir minibüs kullanıyordum. Evimin önünde park yeri ararken, karşıdan bir araba gelip benden selektör, korna, opera yardımıyla yol istedi. Arkamda 3 tane araba olduğu için geri gidemezdim. Bunu gerçekten nazikçe, ellerim yardımıyla karşımdaki şöför arkadaşa anlatmaya çalıştım. O anda bizim mahallenin kahvehanesi önündeydim. O kahve eşrafı beni o günden sonra tanıdı. Ben bilardoya takılıyordum.
Neyse bu vatandaş arabadan indi, kapımı açıp bana yumruk atmaya başladı. Bunu gören kahve halkı, bütün günün can sıkıntısına çare bulmanın sevinciyle dışarı fırladı. Yıldızlardan sayabildiğim kadarıyla -onlar yıldız olamazlar- yirmiye yakın kişi bana yumruk atmaya başladı. Dedim ya ben de boş değildim ama tercihimi nefs-i müdafa ile cinayet yerine dayak yeme tarafında kullandım. Kaçabilir veya ilk saldıranı bıçaklayabilirdim. Gözlük, saat, dikiz aynası kırıldı. Bir de elmacık kemiğimde ufak bir çürük oluştu. Kendimi korumaya almıştım.
Neyse biri araya girip hepsini dağıttı. Ben kadar sıska bir arkadaş. Ama yürekli. Saldırgan, o an beni tanımasa da çocukluk arkadaşım gibi bir şey. O yüzden geri çekildim. Kolay mı 20 sene aynı sokakta büyümek. Arkadaş diyelim incinmesin.
Onlar bir güruh halinde saldırdıklarında onların göremediği aklımın içinde başka birşey yaşanıyordu. Bunu sonradan uydurmuyorum. Evet dayak yüzünden bir takım ruhsal gel gitlerim oldu ama o anda değil. Düşünsenize. Bir kişiyle dövüşmek başka birşey sana doğru gelen bir sürü adama karşı durmak başka birşey. Şimdi sizlerle bu anımı rahatça paylaşıyorum. Beni o gün 20 kişi dövdü. Ya onlar? Olaydan hemen sonra kahveye yeni gelmiş biriyle nasıl sohbet ettiler acaba?
– Mahmut, bugün birini bi dövdük!
– Helal size. Kaç kişiydiniz? Neden çağırmadınız beni de?
– Valla, Hasan, Murat, Osman filan yirmi kişi filandık.
– Oğlum büyük savaş çıkmış! Onlar kaç kişiydi?
– …
Demokratik bir hukuk devletinde yaşayan namuslu bir vatandaş olarak sıcağı sıcağına kahveye.. pardon karakola gittim. İkisinin benzerlikleri şaşırtıcıydı. Görevli memur geçmiş olsun dileklerinden sonra, daktilo ve kağıt olmadan ifademi aldı. Kulağıyla aklına yazdı.
– Valla geçmiş olsun. (hehehe) Sen şimdi mahkeme filan uğraşma. Bu başka iş! Öyle ya da böyle yemişin dayağı. Mahkemeyle bir sonuç alamazsın. Yerinde olsam akşam tenhada sokarım bıçağı..
o nasıl sokulacağını eliyle gösterirken sandalyeden fırladım.
– Boşuna dememişler adalet ışıktır. Peki öyle yaparsam sonra ne olacak?
– Valla yakalanma. Yaralama sonuçta gelir seni alırız. Zaten olayı da anlattın, adama bir şey ilk şüpheli sensin.
Beni döven adama bir şey olmaması ve benden bilinmemesi için Allah’a dua ettikten sonra amin diyerek karakoldan çıktım.
Kahvelerde de aynı geyik dönüyor emin olun. Binalar değil insanları çok benziyor. Birkaç gün kendimle mücadelemi edip olayı aklımdaki anı defterime yazdım. İlerde yazmaya başlarsam bu da bulunsun diyerek..
Rahmetli babam bana hep “kendini çok dinliyorsun” diye kızardı. Baba. O gün yirmi kişiye karşı dimdik ayakta kaldım ve utanacağım hiçbir şey olmadı.
Korkak değilim sanırım. Gelelim diğer mevzuya.. >>>