Akşam üstü bir arkadaşı ziyaret ettim. Ofisin kapısını açtım içeri girdim. Beni görmedi. Pencerenin önünde durmuş, iki elini pervaza yaslamış, önüne doğru gizemli karizmatik bir formatta bakıyordu.
Yaklaştım. Yanında durdum, pozunu hiç bozmadı. Aramızda 10 santim bile yoktu.
– Uln bir insan bu kadar mı görmezden gelinir. Yanağına bir öpücük kondurup gideyim bari.
– Aaa! Abi ne zaman geldin!
– Napıyon?
Camın önünde, klimanın üstündeki kuş yuvasını gösterdi.
– Kumru yavruladı da. Annesi şimdi uçmayı öğretiyor, onları izliyorum.
Duygulandım, hoşuma gitti. Nerede ne zaman bi vicdan görsem başı okşanmış kedi gibi olurum.
– Bak abi! Şimdi annesinin yanına kondu! Bak bak! Annesi besliyor şimdi! Bak bak! Vayyyy şerefsiz..
Dimağımda henüz canlanmaya başlayan toz pembe o güzel resim “şerefsiz” lafıyla ortadan yırtılıverdi. Ne manyak milletiz dedim. Canım yaaa yerine şerefsiz söylemi hiç uygun olmamıştı.
Yarım saat sonra Kadıköy’de bir yerde yürüyordum. Çevremde binaların, etrafta kimselerin olmadığı kısa bir an, orta bir noktada başımdan aşağı bir ıslaklık serpildi. Hızla kafamı kaldırdığımda tepemde bir kuş gördüm. Hemen üstüme başıma baktım. Sadece su. Koştum ilerdeki otoparkçılara sordum. “Hocam üstümde beyaz leke filan var mı? Galiba kuş sçtı az önce?”
“Yok abi” dediler. Hakkaten de o tür bir pislik bulamadım. Sadece birkaç damla su izi.
Tepesine kuş sçan çok adam gördüm. Benim de sçtılar. Ama tepesine kuş işeyen biri?
Başkası olsa şerefsiz der giderdi ama benim çözmem lazımdı.
Şanslı mı hissedeyim, şanssız mı, ne yapayım bilemedim, yürüdüm. Eve geldim, üst baş, pislikten iz yok!
Sonunda, “yazıklar olsun bize” dedim kendi kendime! Artık kuş bile yiyecek bulamıyor da anca tepemize işiyor. Dua edelim de iyice darda kalıp taş yemesin garipler. O zaman biz sçarız.