Yılda 1 kez, Heybeliada’da, “Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık” demek için özel bir gece düzenlenir. Dolunayın altında çok güzel bir Türk Sanat Müziği konseri verilir. Şairlere, yazarlara, bestekarlara ilham kaynağı olmuş o müthiş manzarayı izlemek için ben de gidip bir göreyim dedim. Belki şu ilham gelir de bir hikaye çıkar, çıkmasa da 20 yıldır görmediğim o güzel adayı gezerim dedim.
Bostancı’dan Heybeliada’ya giden bir motora bindim. Çok kalabalık olmayan bir yolcusu vardı. Ada halkından olduğu belli olanlar ile biz mehtabı seyretmeye giden turistlerdik. O küçük toplulukta her çeşit insan vardı. Çocuk, yaşlı, kadın ve erkekler. Motora binerken, mehtabı izleyip, musiki dinlemek için adaya giden bir amcaya yardımcı oldum. Amca, 65-70 inde, tekerlekli sandalyeye oturmuş, ağzında minik bir hortumla beslenen, musiki aşığı olduğu her halinden belli bir İstanbul beyefendisiydi. Bir şekilde getirip iskeleye bırakıp gitmişler sanırım. Kendisi rahatsızlığından olacak ki konuşamıyordu.
O’nun bu haliyle de olsa, hayata tutunmuşluğu, Heybeliada’ya gidip, mehtabın altında musiki dinlemek istemesi bende büyük hayranlık uyandırmıştı. Kimbilir o adada ne anıları vardır, belki de “Senede Bir Gün” filmindeki gibi artık orada olmayan biriyle buluşmaya gidiyordur diye düşünüp duygulandım.
Amca gibi ben de yalnız inmiştim adaya. O’nu bırakıp gitmek içimden gelmedi. Tepeye tırmanıp, oradan sahile inecektik. Hava kararmak üzereydi. Ay yükseliyordu. Manzara çok güzeldi. Az önce içimde kasvetiyle ayrıldığım İstanbul, buradan tüm sahte güzelliğiyle beni geri çağırıyordu. Şehirde ışıklar yanmıştı. Birlikteyken sizden esirgediğini, siz O’ndan ayrıldığınızda hemen önünüze seren, yanındayken kıymetinizi bilmeyen bir sevgili gibiydi İstanbul.
Efkarlandım. Amca’yı da alarak bir bakkalın önünde durdum. Reklam olmasın içecek bir şey almak istedim ancak seçim varmış, satış yasakmış. Tedarikli gelmenin anlamı yoktu zaten hava çok sıcaktı. Çaresiz, Amcanın arabayı tepeye sürdüm. Bir yandan aklıma geleni konuşup, sıkılmasın diye tek taraflı bir sohbet ediyordum. Suskun ihtiyar, ağzında hortumu, elleri tekerlekli sandalyenin iki yanında öylece oturmuş, ben iterken etrafı seyredip iç çekiyordu. Bakkalda geri gelen kasvetim birden uçup gitti. Şarkı söyleyip Amca’yla birlikte eğlenmeye başladım.
“Dün gece mehtâba dalıp hep seni andım
Öyle bir an geldi ki mehtâb seni sandım
Sevgili rüyana mı aldın beni bir dem
Öyle bir an geldi ki mehtâb seni sandım”
Heyt be Amca’m! Ne derin iç çekiş öyle. Bir gazel atsam kalkıp koşacak mübarek. Çok keyiflenmiştim. Rampa yukarı arabayı ittiğimi bile unuttum o anda. Şarkılar peş peşe geldi, önce rapma yukarı sonra rampa aşağı arabayı ittim, Amca’yla birlikte sahildeki tesise vardık.
Bir sürü insan toplanmış, ay ışığı altında musiki dinliyordu. Garsonu çağırdım, reklam olmasın, içecek bir şey istedim. Seçim var yasak dedi. Eh çok meraklısı değilim ama biraz burkuldu içim. “Taş yerinde ağırdır be Amca’cığım öyle değil mi!” dedim. Hıı-hıı deyip başını salladı.
Neyse keyfimizi yaptık. Gönüller hoş seda ile doldu. Dönüş yolunu uzun uzun anlatmayayım. Amca belli ki çok mutlu ve yorgundu. Ara sıra uyur gibi olup toparlanıyordu. Tekrar motora binip Bostancı’ya döndük. Adamcağızı karaya çıkardım. Ama bir sorun vardı. Gecenin bu saatinde tek başına ne yapacaktı?
“Evin neresi, seni götüreyim” diye sordum. Bana elleriyle “Gerek yok, istemem sağol” anlamında bir dizi işaret yaptı. Ben ısrar ettim, O yok dedi, teşekkür etti. Sonunda adamın yardımımdan mahcup olduğunu anlayarak “Öyle olsun” deyip uzaklaştım. Ama içim rahat değildi. Köşeye sinip uzaktan izlemeye başladım. Tinerci minerci çıkar, araba çarpar bir şey olur..
Amca, bir süre olduğu yerde bekledikten sonra yavaşça sağa sola baktı. Son vapur da yanaşmış, herkes evine gitmiş, kediler bile gün bitti deyip köşelerine kıvrılmış uyuyorlardı. Etrafta Amca ve köşeye gizlenmiş benim dışımda kimse yoktu.
Amca yavaşça tekerlekli sandalyesinden doğruldu. Ayağa kalktı. Ağzındaki besleme hortumunu derin derin içine çekti. Hürrrppp.. Hıçkırdı. Sandalyesini katladı ve kolunun altına alıp, bir de şarkı mırıldanarak hafifçe sallanarak yürüyüp gitti.
“Yalan dünya her şey bomboş, Hancı sarhoş yolcu sarhoş”
Sanırım o gece oradaki tek turist benmişim. Anladım ki ya gideceğin yeri, zamanını biraz araştıracaksın ya da bazı sürprizlere hazır olacaksın.
Şarkı kulaklarımdan uzaklaşırken, kollarım ve bacaklarım beni suçlamaya çoktan başlamışlardı bile.