
Kapitalizmin temelini oluşturan mülkiyet kavramının ilk olarak bundan yaklaşık 80.000 yıl önce çıktığını biliyor muydunuz? Başka türlü anlatanlar olabilir ancak bizdeki duvar resimlerinin gerçeği anlattığına eminiz. Baksanıza adam resmen mülkiyet yazmış duvara..
Yıl MÖÖ (Milattan Öncesinin de Öncesi) 80.000. O zamanlar dünya tek kara parçasından oluşuyor. Çok az sayıda insan ve bir sürü hayvan var. Şimdiki durumun tam tersi yani. Chaplintaş adında bir insan yavrusu ile diğer çocukları dinozor yediği için arkadaşlık etmek zorunda olduğu Uyanıktaş’ın öyküsüdür bu. Uyanıktaş kabilesi ile birlikte kıtanın ortalarından bir yerden göç etmiştir. Neşe içinde oyun oynayarak değilse de, bir şekilde vakit geçirmektedirler. Uyanıktaş, oldukça tembel, hımbıl veledin tekidir. Sürekli beslenme ihtiyacı duyar. Annesi yetişemediği zamanlar, kabile halkı sırf o ağlayıp zırlamasın diye kendi yiyeceklerini verir.
Kabile dediğimiz, toplayıcı avcı toplumdan yerleşik topluma geçen ilk insan topluluğudur aynı zamanda. O da bu Uyanıktaş’ın tembelliği ve taşınamaması yüzünden gerçekleşmiştir. Ailesi, orta kıtadan göçerken yolda üstlerine yapışan tohumlar, bir süre sonra filizlenmiş ve ileride un yapılabilecek tohumlar belirmiştir. Kısacası, göçebe toplumlarda mülkiyet kavramı yoktur. Birlikte avlanır, toplar ve yerler. Kapitalizm, macera duygusundan yoksun, özgür olmayan yerleşik toplumların bir hastalığıdır.
Chaplintaş, Uyanıktaş’ın tembelliğine uyuz olmaktadır. Onlar geldikten sonra özgürlük kısıtlanmış ve artık dünyayı gezemez olmuşlardır. Bu durum O’nu çok üzer. Dünyayı özgürce keşfetmeye alışmış Chaplintaş’ın, yeni gelenlere göre garip huyları bulunmaktadır. Mesela O her şeyi doğadan öğrenir. Bir kuş gibi su içmek için kendisine gaga bile yapar. Ancak bu işin kolay olmadığına kanaat getirip, bir süre sığır gibi dereye eğilerek su içer. Bardak’ı keşfedene dek bu devam edecektir.
Hızlı koşabilmek için ellerini kullanarak atları taklit eder. Ancak önünü göremeyip kafasını kayaya vurunca bunun uygun olmadığına karar verir.
Chaplintaş bunları yaparken, Uyanıktaş O’nu izlemekte ve bu çabaları saçma bularak eğlenmektedir. Yıllar geçer ve çocuklar büyür. Bir gün aralarında bir tartışma çıkar. Uyanıktaş, Chaplintaş’ın elindeki elmayı yemek istemiş ancak Chaplintaş elmasını O’na vermemiştir. Bunun üzerine pis şişko Chaplintaş’a yumuruğunu savurur. Çocuk diğer elindeki taşı kendini savunmak için sallar. Ancak taş, karşısındakine zarar vermek istemediği için yanlarında bulunan kayaya değer ve ortaya ilk resim diyebileceğimiz duvar resmi çıkar.
İki çocuk şaşkın halde kayadaki şekile bakarlar. Şekil küçük bir çemberdir. Kıt akıllı şişman çocuk hemen gidip resimdekine benzer, daha büyük bir taş almak ister ancak tembellikten yapamaz. Ağlaya zırlaya çevresindekileri koşturur ve kabile istediği taşı getirir. Chaplintaş, bunun üzerine kayaya daha büyük bir çember çizer. Uyuztaş, pardon Uyanıktaş yine aynı şekilde ondan büyük bir taş getirtir ve öncekinin üstüne koyarlar. Böylece Chaplintaş tam 6 tane çember çizer. Kabile de Uyanıktaş’ın zırıltısı yüzünden 6 koca taşı getirir üst üste dizer. Bu arada, kabile üyeleri epey kas yapmıştır. Hatta bu 6 çemberin daha sonra olimpiyat halkalarına dönüştüğü iddia edilmektedir. Hayır hata yok. Atlantis batınca, olimpiyat halkalarının sayısı da 5 olarak yeniden düzenlenmiştir.
Sonuçta, Chaplintaş elinde kalem olarak kullandığı taş parçasıyla istediği gibi, hayal ettiği kadar şey çizebilmiştir. Uyanıktaş ise, sahip olduğu esere bakar. Evet. Karşısında bugün plaza dediğimize benzer bir taş yığını durmaktadır. Chaplin’e dönüp sırıtır. “A-ga-ga-o! Aa-ga-go” yani “Ben kazandım! Seni yendim fakir” der. Chaplin o gece kendine olan inancıyla, çizdiği resmin altında uyur. Uyanıktaş da aynı şekilde üst üste dizdiği taşların yanında yatar.
Kabiledekiler o gece ateş başında, “Uyy-coh-coh! Cha-noo!” yani Uyanıktaş’ın çok taşı var, çok zengin. Chaplintaş çok fakir. O’nun sadece hayalleri var.” derler. Hepsi ileride çok taşa sahip olmayı düşleyerek uykuya dalarlar. Ancak bazıları sabah olacakları göremeden, diğerlerine çaktırmadan köyden ayrılır ve fırsat dolu yeni yerler aramak için yola çıkarlar. Olacakları daha sonra söyleseler de görmedikleri için hiçbir şeye inanmayacaklardır. Onlar artık mülkiyetin dayanılmaz cazibesiyle heyecanlanmaktadırlar. Mülkiyetin özgürlüklerini ellerinden aldıklarından habersizdirler. Dünyaya yayılırlar.
Dedik ya, devir dinozorların, yanardağların devri. Ertesi sabah herkesle birlikte doğa da uykusundan uyanır. Şöyle bir gerinir ve deprem olur. Chaplin, doğal koşularda oluşmuş, binlerce deprem atlatmış kayanın dibinde uykusundan sıçrar. Uyanıktaş yoktur. Ancak üst üste dizdiği taşlardan oluşmuş bir yığın kendisine doğru adeta bir merdiven gibi dizilmiştir. Taşların üzerine çıkar. “Manzara fena değil. Acaba buraya çıktığıma dair bir işaret mi diksem.” diye düşünür. Yapmaz. Bu da ayrı bir mülkiyettir çünkü. “Buraya herkes çıkıp manzarayı seyredebilmeli. İşaret koyarsam benim sanırlar, gelemezler. Benim olanlar, yaşamımı devam ettirebilmek için bana yeter.”
Artık duygularını ve düşüncelerini özgürce ifade edebildiği bir çizim taşı bir sürü de kayası vardır.
Oldukca eglenceli yazilmis… Bu arada yillar once cocuklarima anlattigim masali hatirlatti tombi ve gumbi dinazoruslari:))))