
Önceki hikayeleri okuduysanız bilirsiniz. Yalnız adamın biri sevilmek ister. Kendine tahtadan bir çocuk yapar. İleri gider, daha çok sevgi için ormanı katleder. Bu sırada O’nu sırıtarak izleyen ancak orman yitince evsiz barksız kalan geyiklerin çektiği bir arabayla, son bir umut yolculuğuna çıkar. Elindeki oyuncakları dağıtıp, yüreğindeki pişmanlığı azaltacak ve belki biraz sevgi bulacaktır.
Hakkında bir iblis olduğu yönündeki iddialara rağmen O, serüvenine devam edecek ve zamanın ötesine geçecektir. Bir kısım dünyada, yılda 1 kez de olsa beklenilen adam olmuştur artık. Sadece sevilmeyi isteyen bir adamın, zamanın ve mekanın ötesine geçen hikayesi kendisini bile aşar, kim olursa olsun adına “umut” denilen şeyin peşini bırakmayan insanlar tarafından beklenilen biri haline gelir. Umut ise, onlar daha ne olduğunu bilmeseler bile ve her ne kadar umudun ta kendisi de olsalar en çok çocukların peşini bırakmadığı bir şeydir.
İşte bu, herhangi bir önyargıya aldırmayan, umut etmenin yaşamak olduğunu bilen insanların, O’na Nail Baba adını taktıkları, zamanın sıfırlanıp yeniden başladığı o gecenin hikayesidir. Geppo Usta’nın, insanların sevgisine nail olduğu gece.
Bu konuya sonra değineceğiz, kedisine “Aşk” ismi takan bir kadının yaşadığı yerden uzakta, orta halli bir kasabada salaş bir meyhane vardır. Bizim geyik arabalı adam, arabasında bir türlü bitiremediği hediyelerle birlikte bu kasabaya ulaşır. Vakit gece yarısına yakın ve hava buz gibi soğuktur. Soğuk, karanlık, cılız ışıkların aydınlatamadığı pencereler ve bir sağır köy. Bunun bir resim olmadığını sadece meyhaneden gelen şarkı sayesinde anlayabilirsiniz.
Adam, meyhanenin az ilerisinde, meydanda tek başına duran çam ağacına ilerler. Kestiği ağaçlar aklına gelir. Birden içini hatasını telafi etme umudu kaplar. Ben bütün ağaçları kestim sanıyordum der içinden. Yanında getirdiği oyuncaklarla ağacı süslemeye başlar. O sırada yanına köyün saf kuşkudan imal edilmiş bekçisi yaklaşır. Kısa bir tanışma töreninden sonra konuşmaya başlarlar:
– Hocam senin için yaramaz adam diyorlar. Adam olsan bacadan girmez kapıyı çalardı diyorlar. Milletin aklı uçmuş senin yüzünden.
– O tamamen bir yanlış anlamadan ibaret. Önceleri hırsıma yenik düştüm, kendimi zengin ve mutlu sandım. Ancak sonunda aç gözlülüğün bana sadece sefalet ve sahte bir rahatlama getirdiğini anladım. Sevilmek istiyordum sadece. Sonunda elimde ne bir orman ne de dinleyişine sığınacak bir dostum kalmadı. Ben de bari insanları mutlu edeyim dedim. O baca hikayesinde tecrübesizlik kurbanı oldum. Kazalar oluyor ara sıra. Ayrıca, ben umut taşıyan bir kişiyim. Umudun nereden geleceği belli olmaz. Dedikoduyu çıkaran her kimse epey eksiği var bazı konularda. Kıskançlık da olabilir.
– Ağaçla ne yapıyorsun öyle?
– Ağaç, kökü toprakta yani hepimizin geldiği yerde, ucu ise göğe uzanan yani hepimizin temsili gideceği yeri gösteren bir sembol. Biz insanlar gibi. Ağaç yaşamdır. O topraktan çıktığı andan itibaren, toprağa, bitkiye, böceğe, hayvana, insana hayat verir. İnsanlar ise doğduktan itibaren tüketmeye başlar. Oysa bizim de, yoldaşımız bir ağaç gibi çevremize hayat vermemiz gerekmez mi? Ağacı süsleyerek ona teşekkür ediyorum. Yani varoluş veya yaratılış adını ne koyarsan koy, yaşam için teşekkür ediyorum. Bir dostunu görsen el sallamaz mısın? Onun gibi bir şey bu. Altına da çocuklar için hediyeler bırakacağım. Ne olduğumuzu ve yaşamı hatırlamaları için.
– Yaşam nedir?
– Hepimiz bir şekilde canlandık, soluk alıp veriyoruz. Soru basit cevap her insana göre farklı. Ancak mutlak olan bir şey var ki o da “umut” olmadığı yerde nefes alıp vermenin hiç bir anlamı yoktur. Yaşam şudur demek için yeterli bilgeliğe sahip değilim. Benim için yaşamak umut etmek ve umudum ise varlığımla bir işe yaramaktır. Sence bu ağaç kaç metre uzayabilir?
– 5, 6 metre?
– Bilemezsin. Bunu bilmek yaşamın ne zaman ve nerede biteceğini bilmek gibidir. O, uzamaya ve üzerinde bir sürü canlıya hayat vermeye devam ediyor. Bizim yapmamız gereken de bu. Hiç bir ağaç kendiliğinden ölmez. Ya bazı böcekler kemirir ya da biri keser.
O sırada, onları görenler meyhaneden, evlerden çıkıp gelir ve çevrelerinde yavaşça bir kalabalık oluşur. Buz gibi hava, insanların birbiriyle yakınlaşmasından mı nedir biraz ısınmaya başlar. Öyle ki ayaz kırılır ve gökyüzünden yıldızlar gibi kar taneleri düşmeye başlar. Kendi dünyalarına çekilmiş bir sürü insan, sebep ne olursa olsun bir araya gelmiş ve yalnızlıklarını fark etmişlerdir. Sonuçta bu insanlar birini infaz etmek, kan dökmek veya kan dökülüşünü izlemek için değil dinlemek ve belki de konuşmak için orada buluşmuşlardır. O anda dinledikleri şey ise, yaşlı bir adamın umut hakkında söyledikleridir. İçlerinden bazıları, o yıl tarlasında beklediği ürünü alamadığı için dayanma gücünü kaybetmiştir. Bazıları sevgilisini bir daha hiç göremeyeceğine üzülüyordur. Bazıları ise yeterince para kazanamadığı için ailesine iyi bakamadığını düşünüyor ve bazıları ise hastalığının iyileşmeyeceğine inanıyordur.
Oysa bu adamın tek söylediği şey umut etmek tüm bu sorunların cevabı gibidir. Ve bu tecrübeli adam oturup umut etmenin tek başına bir anlamı olmadığını, ayrıca onları gerçekleşmek için çalışmak gerektiğini anlatmaktadır.
O gece orada bulunan insanlar, karamsarlıklarını bir yana bırakıp, zamanı sıfırlamaya karar verirler. Bu, kimsenin doğum günü kutlaması değildir. Bu yaşamın değerini bilen kadim insanların hesapladığı zamanda bir dönemeçtir. Uykuya yatmak gibi uyuyacak ve gecenin sonunda umutlarıyla yeniden uyanacaklardır. Hiç kimse, ara vermeden, dinlenmeden yaşamak üzere yaratılmamıştır. Aynı şey zaman içinde, herkes için farklı zamanlarda meydana gelebilir. O özel gece ise bilimsel hesaplamalar sonucunda varılan bir takvim sıfırlama gecesidir. Bunu umuda bağlamak işi ise biz insanların bir şeye güvenme ihtiyacından kaynaklanır.
Sonunda bu yaşlı adam, yaşadığı tecrübelerden sonra insanların sevgisine nail olabilmiştir. Onlara savaş, açlık gibi şeyler değil aksini söylediği için olmuştur bu. Nail Baba her sene aynı gece tekrar gelmesi için ikna edilir. Yeşerttiği umut O öldükten çok sonra bile her sene geleceği umuduna dönüşmüştür.
Bu hikaye, belli bir inanışın ve kültürün reklamı değildir. Bu, insanlık tarihi kadar eski bir geleneğin zamanı geldiği için, hikaye şeklinde anlatımıdır. Umut insanlık tarihi kadar eskidir. Yani tüm kültür ve inanışlardan daha öncedir. Yaşamla başlar. Bu gelenek ise yaşamı kutlamaktır. Yaşamak umut etmektir.
Nice umut dolu yarınlara..