
O’nun kalbi 15 yaşındaydı. Elleri de yalın ayakları da öyleydi. Düşünceleri daha yaşlıydı. Düşünceleri o günden yüz yıl sonrasına kadar gidebiliyordu. Çocuğun aklındakilerinin bir sonu yoktu sanki. Hani bazen hayat bir film şeridi gibi geçer ya gözlerin önünden. Bir şey anlamazsın ne gördüğünden ne de yaşadığından. O da tam anlamıyordu. Sonuçta 15 yaşındaydı.
Kapıdan çıkmadan önce, aklındakilerden bir resim yapabilseydik eğer, yüz yıl sonra o gün, köyünde ağaçlar çiçek açmış, akranları köyün güzel kızlarını süzüyor, daha küçük çocuklar bahçelerde koşup oynuyor olurdu. Yaşlı nineler bir köşeye oturmuş ev işi yaptırırken gelinlerini izliyor olurdu. Dedenin biri elinde bastonuyla ağır aksak camiye doğru giderken, iki köylü adam her zamanki memleket mesellerini konuşur olurdu muhakkak.
Bugün, o resmin uğrunda savaşlar verilmiş ama o savaş çok uzakta kalmış, üzerinden en az yüz yıl geçmiş olurdu. En çok eskidikçe değeri artardı resimlerin. Ya da ressamları öldüğünde. O an kafasındakileri resmedebilseydik yani. Tabi bir de o resim yüz yıl sonra hala sağlam kalabilseydi eğer. Ancak resmi koruması çok zor olurdu iştahlı böceklerden.
İstiklal – yani hala anlamını sözlükte arayanlar için bağımsızlık, özgürlük anlamına gelen bir şey – için gitme sırası O’na gelmişti. Bu, bir bakıma dev bir resim olacaktı. Bir büyük Ressam’ın fırçasından toprağa kanla boyanacaktı. O da diğer yüzbinler gibi Ressam’a güvenmişti. Adı “İstiklal” olan ölümsüz bir resme kanıyla katılacak ve bu resim yüzyıllar boyu görenlerin saygısını uyandıracaktı. Onlar “özgür” öleceklerdi. Gelecek özgür kuşaklar da bu hatıraya sahip çıkacaklardı ve özgürlüğün bir anlamı olacaktı.
Kapıya uzandı. Elini öpecek, helallik alacak, veda edecek kimsesi kalmamıştı. Bir an arkasında bıraktığı 15 yaşına baktı. Özgür bir “adam” olarak kapıdan çıktı.
Yüz yıl sonra, adlarına Mehmet dediğimiz çocukların resimleri solmakla kalmadı. Daha kötüsü yapıldı. Gerçi onları Mehmetçik deyip bağrımıza bastık. Gerçi hikayeler, destanlar, şiirler yazıldı. Kimi hissederek kimi gerekli diye. Ama onlara ölmeyi emreden Ressam’ın isminin anılmadığı bir film bile yaptılar hiç utanmadan. Ressam’ın resmin bir parçası olduğunu anlayamayacak kadar cahil veya anlayıp da resim kendiliğinden meydana gelmiş gibi gösterecek kadar kötü niyetli olmalılardı. O çocuklar, o kadınlar ve o erkeklerin çağrısı peşinden gittikleri insanı yok saymak hepsini yok saymaktı.
Bir resimde tuval, boya, fırça ve ressam bir bütündür. Topyekün adı “resim”dir. Bir savaşta asker, silah ve komutan bir bütündür. Topyekün adı “savaş”tır.
Adı “İstiklal” olan bir resimde var olmak için Ressam’ın çağrısına uydular. Öleceklerini biliyorlardı. Ve gittiler. Hiç tanımayacakları, kendilerinden sonra gelenlerin özgürlüğü için gittiler.
O geleceklerin, uğruna öldükleri istiklal’i satacaklarını bilmiyorlardı. Bağımsızlığa biçilen bedel, can için biçilmiş bedeldir.