Vaktiyle, zenginliğin peruk ve yüze sürülen pudradan anlaşıldığı topraklarda, aç kalanların pasta yediği bir yerde, uzun burunlu bir silahşör yaşarmış. Aşık oldğu güzel kıza, burnunun şekli nedeniyle korkup açılamazmış. Burnun büyük olması deyimi, şimdilerde kibir olarak tanımlanırken, kadim zamanlarda soyluluğun işareti olarak kabul görürmüş. Ancak silahşör asaleti burnunda değil yüreğinde taşıdığından, sevdiği kızın güzelliği karşısında kendini bir türlü yeterli bulmazmış.
Bir gün, silahşörün sevdiği kız ona “abi” der. “Şu yakışıklı arkadaşınla beni tanıştırır mısın?”. Sevdiği kızın kendisine abi diye hitap etmesiyle sarsılan silahşör, çaresizce bu işe aracılık eder ancak arkadaşı ne kadar yakışıklı olsa da, bir hanımla konuşmayı beceremeyen hımbılın teki olduğundan, O da silahşöre şöyle der:
– “Korkarım ben güzel sözler söylemeyi beceremem. Sen bu işte ustasın. Benim için O’na mektuplar yazmanı, balkonunun altında ona şiirler okurken bana suflörlük yapmanı rica ediyorum.”
Silahşör kabul eder.
Koca burunlu Silahşör’ün kocaman yüreğinden çıkan sözcükler, kaleminden parşömene dökülür. Kız, onları okuduğunda serbest kalan sözcükler, kızın yüreğinde kolayca yer bulur.
Bir gün, silahşör ve arkadaşı savaşa çağırılır. Hani, beni bu tatlı sözlerle kandıramazsın derler ya, tam olarak öyle değil. Önündeki güzellik ile gönlüne yerleşen güzelliğin aynı olduğunu sanan kız, sevgilisinin savaşa gideceğine çok üzülür. Ve savaş başlar. Silahşör, arkadaşından habersiz, artık günde tam 2 tane mektup yazıp kıza kendi götürür. Durumu fark eden arkadaşı, Silahşör’den, kıza duygularını mutlaka anlatmasını ister.
Aynı anda, artık yüreğinde başka duyguya veya söze 1 damla bile yer kalmadığını hisseden kız dayanamayıp, sevgilisini görmek için savaş alanına gider. Ancak, insafsız bir merminin vurduğu, sevdiğini sandığı adamın son nefesine yetişemez. Silahşör, arkadaşını dinlemeyip sırrını saklamaya karar verir.
Sevdiğini sandığı adamı kaybeden genç kız, kendini hüzünle eve kapatır. Yazarının öldüğü düşünülen mektuplar, bir daha asla kıza ulaşamaz. Sözcükler, kaynaklarında hapsolur, birikir. Yüreği dolup taşan, orada artık 1 damla yer kalmadığını düşünen kız yanılmaktadır. Sahiplenmeyi bekleyen hala öyle çok sözcük vardır ki, tek sorun artık O’na ulaştırılamamalarıdır.
Bu şekilde, takvimlerin bile hesabı karıştırdığı kadar uzun bir zaman geçer. O kadar ki, uzaklarda bir türkü yakılır “Bir insan ömrünü neye vermeli?”
Kız bilmez, Silahşör söylemez. En nihayet Silahşör, çok zaman sonra, pek çoğunun kıskanarak dinleyeceği bu aşkın gerçek sahibinin kollarında ölürken, kıza gerçeği itiraf eder.
Sevgileri yarınlara bırakmadı. Önce kafasında acabaları vardı, sonra ise hiç vakti olmadı. Sevgileri yarınlara bırakmadı. Başka yüzlerle yaşadı.
Cyrano de Bergerac’ın hikayesi gerçek hayattan alınmıştır.
Aşk tatlıdır tek taraflı acı,
Acıyı yoğurmak yüreğe mi kaldı,
Kalan şimdi iki damla göz yaşı,
Göz yaşı ellerin aşk bırakın sevenlerin olsun.
Mehmet Karademir