Geçen akşam telefon çaldı.
– Alo?
– …
– Alo kimsiniz?
– …
Kimsiniz, nereden arıyorsunuz, kimi aramıştınız? Yanıt yok. Bu arada arkadan birkaç tanıdık ses duyunca telefondakinin ya 3 ya da 5 yaşındaki kız yeğenim olduğunu tahmin ettim. Tekrar denedim.
– Alo, merhaba. Siz çikolata mı sipariş etmiştiniz?
– … hıgı…
– Kaç tane çikolata istemiştiniz?
– ……
– Beş tane mi çikolata istemiştiniz?
– …ÜÇüç üçüçüçüç…
– Peki not alıyorum. Peki oyuncak da ister misiniz?
– …..
– Kaç tane oyuncak getireyim? Beş?
– ik… ÜÇ ÜÇ ÜÇ!!
– Bebek oyuncak mı olsun araba oyuncak mı?
– be bek?!…
Telefonun küt diye yere düştüğünü duydum. Sanırım telefonu fırlatıp bebeğine koşmuştu. Telefonu kapadım.
Dinlemeyi, gözlemeyi bildiğinizde size her yerden mesaj yağıyor. Aldığım mesaj şöyleydi.
Öncelikle, her insan gibi telefonu açarken, karşımda iletişim kurabileceğim birini bekledim. İletişim kuramadığımı fark ettiğimde yöntem değiştirdim. Karşımdakinin kelime dağarcığı kısıtlıydı. Henüz ihtiyacı dışındaki kelimelerden habersizdi. Bebek, mama, oyuncak kadarıyla yaşayabiliyordu. Bu çevresinden öğrendikleriydi. Büyüdükçe yaşadıkça kelime dağarcığı da genişleyecek ve daha fazla iletişim kurabilecekti. Umarım.
Üç sayısı belli ki O’nu mutlu ediyordu. Fazlası O’nu aşmaktaydı. Beş’in belki de kendisi için daha iyi olduğunu öğrenmeye ihtiyaç duymadı. Üç’ten başkasına ikna etmeniz çok zordu.
Bebek oyuncak ile araba oyuncak arasında seçim yapması kolay olmuştu. Bebek oyuncak, O’na biçilen değerdi. Sevdiği, tanıdığı ve kendisinin olana sarılmak için, o kadar zahmete ve riske girip eline aldığı telefonu yere atmıştı.
İletişimimiz, benim O’na bir büyük insan gibi yaklaşmamla ve anlayacağı dilde konuşmamla başlamıştı. Yani diğer deyişle, benim karşımdakini anlama çabam iletişim kurabilmemiz sonucunu doğurmuştu.
Demem o ki, hepimiz her gün birileriyle iletişim kuruyoruz. Ve son zamanlarda bu iletişimin şekli daima bir ikna yarışına dönüşüyor. Ben de bu toplumda yaşayanlardan biriyim. Ben de herkes gibi bir süreliğine karşımdaki insanları iyi ve güzel, herkesin çıkarı olduğuna inandığım şeyler konusunda somut kanıtlar göstererek ikna etmeye çalıştım.
Ancak uzun zaman önce fark ettim ki bu çabam yalnızca karşımdakinin inat dolu nefretini ve benim içimde gelişen bir öfkeyi beslemekten başka şeye yaramıyor.
Evren’in yukarıdaki mesajı tam bana göre. Elbette 3 veya 5 yaşında bir çocuğu bu kadar acımasız yargılamak doğru değildir. Zaten bunu yapmıyorum. Burada anlatmayı denediğim şey, yetişkin insanlardaki çocuk inadı, bilginin darlığı ve daracık dünyalarının kendilerine zorla benimsettiği düşüncenin mutlak doğru olduğuna biat etmeleri ve bunu korumak adına karşılarına çıkan herkese nefret duymalarının ne kadar acınası olduğudur.
Evet. Yetişkinlerdeki bu nefretin öfkenin kaynağı bir çocuk gibi kandırılmalarıdır. Kendime, onlara bir çocuk gibi yaklaşmamı öneriyorum. Bazı çocuklar iri yarı oluyor, eli ağır oanı da var eli hafif ama çenesi güçlü olanı da var. Ama temelde tüm çocuklar iyidir.
Eğer kendinizi gerçekten yetişkin biri olarak görüyorsanız, onlara bir çocuk gibi yaklaşın. Kendi adıma bir haftadır daha huzurlu bir insanım.
Çocuk elinde kibritle oynuyor olabilir. Birazdan evi de yakabilir. Kibriti eline kimin verdiği önemli değildir. Kibritle oynamaması gerektiğini de tembihlemişsinizdir. Ev yanarsa acısını he birlikte çekeceğinizi çocuğa anlatamazsınız. Şu an odaklanmanız gereken şey, eviniz yandığında başka bir eve taşınarak mı yoksa evinizi yeniden ve daha güvenli inşa ederek mi devam edeceğinizin cevabını bulmaktır.
Yine kendi adıma söylemem gerekirse, çocuk her yerde çocuktur. Evinizi bırakıp gitseniz bile her yerde bir çocuk bulacaksınız. Benim cevabım olur da evim yanarsa, evimi yeniden ve daha güvenli şekilde inşa etmektir.